Böylece bütün evrak-ı perişanını yakması için kölesine verdi. Gelgelelim Calud avludaki tunç fırınında onların yerine, Kahire'den gelen bir gemicinin meyhanede unuttuğu ve üzerinde kuş, el, deniz gibi tuhaf şekillerin ve harflerin pire gibi kaynadığı, firavun zamanından kaldığı söylenen papirüs rulolarını yaktı. Fırından çıkan dumanı görüp de içi ferahlayan efendisi, onun hiyel kitapları okuyup birkaç bilinmeyenli denklemler çözdüğünden ve sürgülü hesap cetvelleriyle nice fesatlar tezgahladığından habersizdi. Sahibinin inşa edip yüzdürdüğü tahtelbahirden fazlasıyla etkilenen Calud, tabiata yön veren kuvvetlere söz geçirmenin yolunun rakamlar ve onların bilimi olan riyazat olduğunu artık öğrenmişti. Ne var ki sayılarla uğraşan başkaları da vardı: Tahtelbahirin yapımı için gerekli parayı borç veren tefeci, sayıları çarpmış, bölmüş, toplamış, çıkarmış ve son bir kez de sağladıktan sonra vadenin dolduğuna artık bir kez karar vermiş, muhasebecisiyle kapıya dayanmıştı. Yafes Çelebi'nin dokunmamaya ahdettiği ikiyüz altını kuyuda, emniyetteydi. Ancak ahdini bozsa bile bu meblağ yetmezdi. Nihayet iş mahkemeye düştü. Tefeci, ipotekli evi istiyordu. Fakat kadı, mukaveledeki bir eksikliği işaret edince, adam oracıkta muhasebecisinin suratına bir tokat patlattı: Afyon tiryakisi olan muhasebeci, mukaveleye borcun vadesini düşmeyi unutmuştu. Bu durumda borç, bir asır sonra bile ödenebilirdi. Sonunda taraflar kadı tarafından anlaştırıldı: Borç, tam yüzonbir yıl sonra, elbette muazzam bir faizle ödenecek, ama eğer bu süre sonunda da ödenmezse, Yafes Çelebi evini barkını kaybedip yersiz yurtsuz kalacaktı. Mahkemeden çıktıklarında ev hala onlarındı, ama kuyudaki yasak altınlar hariç tam yirmi altınları kalmıştı. Bu para taş çatlasa onlara iki ay yeterdi. Ne var ki hiyel ilmine tövbe edip hayattan elini eteğini çeken efendisi, Calüd'u bir iş sahibi yapıp onun toplumda saygın bir yer edinmesini sağlayacak kadar hayırseverdi. Bu yüzden bir azadname imzalayıp sünnet olması şartıyla ona vermeyi teklif etti. Ancak bu iş için cesur bir sünnetçi bulmakta zorluk çekildi. Nihayet kör biri, Calud'u düğün dernek karagözle sünnet etti. Fakat gulfeyi, siyah beyaz bir erkek kedi kapıp tenha bir yerde mideye indirdi. Mart geldiğinde, Galata'daki evlerin damlarından en çok bu kedinin feryatları işitilecek ve o ayda en az kediler kadar meşgul olan muhasebeciler hesaplarını şaşıracaklardı.
Kalafat yiğitbaşısı Sarı Fahir Efendi'den nakledildiğine göre, böylece özgür ve sünnetli olan Calud'a eski sahibi, sünnet masrafları çıkınca kala kala sekiz altınları kaldığını, bu yüzden bir an önce kendisine bir meslek seçip eve derhal para getirmesini söylemişti. Kendisi artık saksağanları çarpmak istemiyor, çünkü işlediği bütün kötülüklere bu kanatlı hırsızların haram paralarının sebebiyet verdiğini düşünüyordu. Bu yüzden eski kölesine, kendisine özgürlüğünü veren yaşlı adama hayatının son günlerinde bakmasının onun boynunun borcu olduğunu, eğer bunu yapmazsa Der- saadet'te adının çıkacağını, kimsenin ona iş ekmek vermeyeceğini, böylece açlıktan ölüvereceğini bir bir anlattı. Ca- lud da elbette son kozunu oynamak istedi: Meslekleri teker teker inceledikten sonra nihayet bir ekmek kapısı bulmuştu; tabiatın kuvvetlerine hükmeden bir hiyel üstadı olacaktı. Tahtelbahirde kulak zarları patlayan Yafes Çelebi derhal mahalle müezzinini çağırıp ondan Calud'un verdiği cevabı bir kağıda yazmasını istedi. Dört akçe ayak parası alan adamın yazdığını okuyunca gözleri fal taşı gibi açıldı. Çünkü onun, hammallık ya da kayıkçılık gibi daha saygın bir meslek seçmesini bekliyordu. Gel gör ki Calud, Nuh diyor peygamber demiyordu. Çok geçmeden onun elinin kalem tuttuğunu hayretle gören ustasını, inananların namaz vakitlerini tayin edebilmelerine yardımcı olmak gibi hayırlı bir işi gerçekleştirmek amacıyla pekala saat tamircisi olabileceğine ikna etti. Çünkü eğer buna da izin verilmezse, ileri giden yahut geri kalan saatlerle iftarı erken eden ya da imsaka geç kalanlar yüzünden Yafes Çelebi vebal altında kalacaktı. Ancak bu yaşlı adam hiyele tövbeli olduğundan mesleğin esrarını eski kölesine öğretmeyi reddediyordu. Bu yüzden Ca- lud, geceleri gizlice efendisinin odasına girmeye başladı. Çünkü işlediği onca günahın ve yaşadığı nice acının etkisiyle, adına vicdan denen rahat yastıktan mahrum olan zavallı yaşlı adam pek huzursuz uyuyor, karabasanlar arasında kan ter içinde sayıklıyor, böylece hiyel, motorlar, integral, trigonometri, dinamik ve mukavemet konusunda ne biliyorsa ağzından birer birer dökülüyordu. Calud bu yolla efendisinden çok şey öğrendi. Kalan sekiz altınlarıyla üç ayrı model saat aldı ve nasıl çalıştıklarını gördü. Hiyelde ilerledikten sonra, Büyük İskender'in iktidar taşını ele geçirip kaybettiği o yerde, yani Mevlevihane'nin karşısındaki evlerinin alt katında bir saatçi dükkanı açtı. Fakat çok geçmemişti ki, tamir için sadece saatleri değil, tabanca, tüfenk ve diğer ateşli silahları da kabul etmeye başladı. Bu ikinci işi çok iyi becerdiğinden, zamanı öğrenmek hevesiyle yanıp tutuşanlar ona uğramaz oldu. Böylece değil saniye ve dakikaları bilmek, Cahiliyye öncesi mi sonrası mı, hangi yıl ve asırda yaşadığına bile aldırmayanlar dükkanını doldurdu. Hepsinin elinde, sanki bir organıymış gibi itina gösterdikleri silahlar vardı. Para su gibi akmaya başlamıştı.
Kalafat yiğitbaşısı Sarı Fahir Efendi'den nakledildiğine göre, böylece özgür ve sünnetli olan Calud'a eski sahibi, sünnet masrafları çıkınca kala kala sekiz altınları kaldığını, bu yüzden bir an önce kendisine bir meslek seçip eve derhal para getirmesini söylemişti. Kendisi artık saksağanları çarpmak istemiyor, çünkü işlediği bütün kötülüklere bu kanatlı hırsızların haram paralarının sebebiyet verdiğini düşünüyordu. Bu yüzden eski kölesine, kendisine özgürlüğünü veren yaşlı adama hayatının son günlerinde bakmasının onun boynunun borcu olduğunu, eğer bunu yapmazsa Der- saadet'te adının çıkacağını, kimsenin ona iş ekmek vermeyeceğini, böylece açlıktan ölüvereceğini bir bir anlattı. Ca- lud da elbette son kozunu oynamak istedi: Meslekleri teker teker inceledikten sonra nihayet bir ekmek kapısı bulmuştu; tabiatın kuvvetlerine hükmeden bir hiyel üstadı olacaktı. Tahtelbahirde kulak zarları patlayan Yafes Çelebi derhal mahalle müezzinini çağırıp ondan Calud'un verdiği cevabı bir kağıda yazmasını istedi. Dört akçe ayak parası alan adamın yazdığını okuyunca gözleri fal taşı gibi açıldı. Çünkü onun, hammallık ya da kayıkçılık gibi daha saygın bir meslek seçmesini bekliyordu. Gel gör ki Calud, Nuh diyor peygamber demiyordu. Çok geçmeden onun elinin kalem tuttuğunu hayretle gören ustasını, inananların namaz vakitlerini tayin edebilmelerine yardımcı olmak gibi hayırlı bir işi gerçekleştirmek amacıyla pekala saat tamircisi olabileceğine ikna etti. Çünkü eğer buna da izin verilmezse, ileri giden yahut geri kalan saatlerle iftarı erken eden ya da imsaka geç kalanlar yüzünden Yafes Çelebi vebal altında kalacaktı. Ancak bu yaşlı adam hiyele tövbeli olduğundan mesleğin esrarını eski kölesine öğretmeyi reddediyordu. Bu yüzden Ca- lud, geceleri gizlice efendisinin odasına girmeye başladı. Çünkü işlediği onca günahın ve yaşadığı nice acının etkisiyle, adına vicdan denen rahat yastıktan mahrum olan zavallı yaşlı adam pek huzursuz uyuyor, karabasanlar arasında kan ter içinde sayıklıyor, böylece hiyel, motorlar, integral, trigonometri, dinamik ve mukavemet konusunda ne biliyorsa ağzından birer birer dökülüyordu. Calud bu yolla efendisinden çok şey öğrendi. Kalan sekiz altınlarıyla üç ayrı model saat aldı ve nasıl çalıştıklarını gördü. Hiyelde ilerledikten sonra, Büyük İskender'in iktidar taşını ele geçirip kaybettiği o yerde, yani Mevlevihane'nin karşısındaki evlerinin alt katında bir saatçi dükkanı açtı. Fakat çok geçmemişti ki, tamir için sadece saatleri değil, tabanca, tüfenk ve diğer ateşli silahları da kabul etmeye başladı. Bu ikinci işi çok iyi becerdiğinden, zamanı öğrenmek hevesiyle yanıp tutuşanlar ona uğramaz oldu. Böylece değil saniye ve dakikaları bilmek, Cahiliyye öncesi mi sonrası mı, hangi yıl ve asırda yaşadığına bile aldırmayanlar dükkanını doldurdu. Hepsinin elinde, sanki bir organıymış gibi itina gösterdikleri silahlar vardı. Para su gibi akmaya başlamıştı.