Betty bütün bunları neşeli bir sohbet havasında anlatıyordu, sanki başka birinden söz ediyormuş gibi, sanki ikimiz yağmurlu bir pazar öğle sonrası yatakhanede dedikodu yapan üniversite öğrencileriymişiz gibi. Beni de havaya sokmak için dürtmeye çalışıyordu. Fıkralar anlatıyordu. Şiveleri taklit etme yeteneği vardı; kalender Marin County doktorunun, Çinli müşterilerinin, Orta Batıl patronunun taklitlerini yapıyordu. Seans süresince yirmi kez gülmüş olmalıydı, onunla birlikte gülmeye zorlanmayı acımasızca reddedişim, görünüşe göre hiçbir şekilde şevkini kırmıyordu.
Bir hastayla tedavi bağlantısına girme işini her zaman çok ciddiye alırım. Birini tedavi için kabul ettiğim anda kendimi o insana destek olmaya hasrederim: hastanın iyileşmesi için gerekli olan bütün zamanı, bütün enerjiyi harcamaya ve en önemlisi, hastayla yakın ve yapmacıksız bir ilişki kurmaya.
Ama Betty ile bir ilişki kurabilir miydim? Açık söylemek gerekirse bana tiksinti veriyordu. Kat kat etlerin altındaki yüzünü bulabilmek için çaba harcamam gerekiyordu. Budalaca yorumları da aynı derecede can sıkıcıydı. İlk saatimizin sonuna geldiğimizde kendimi sinirli ve bezgin hissediyordum. Onunla yakınlaşabilir miydim? Yakınlaşmayı daha az istediğim tek bir insan bile düşünemiyordum. Ama bu Betty'nin değil benim sorunumdu. Meslekte yirmi beş yıl çalıştıktan sonra artık değişmemin zamanı gelmişti. Kontr-transferans sorunu Betty'nin şahsında bana meydan okuyordu ve işte bu tam nedenle orada ve o anda, onun terapisti olmayı önerdim.
Kuşkusuz tekniğini geliştirmeyi amaçlayan bir terapisti kimse eleştiremez. Ama, tedirgin bir merakla düşünüyordum, ya hastanın hakları? Yakışıksız kontr-transferans lekelerini ovup çıkarmaya çalışan bir terapistle kendi dallarında mükemmeli arayan bir balerin ya da Zen ustası arasında bir fark yok mudur? Ters vuruşla servis karşılama tekniğini geliştirmek başka şeydir, becerilerini kırılgan, tedirgin bir insanı incitme pahasına bilemeye çalışmak başka şeydir.
Bu düşüncelerin hepsi aklımdan geçti ama onların safdışı bırakılabileceğini düşündüm. Betty'nin, bana bir terapist olarak kişisel becerilerimi geliştirme fırsatını sunduğu bir gerçekti. Öte yandan, elde edeceğim herhangi bir gelişmeden gelecekteki hastalarımın yararlanacağı da bir gerçekti. Üstelik insanın hizmetindeki profesyoneller her zaman canlı hastalar üzerinde uygulama yapmışlardır. Başka seçenek yoktur. Bir örnek verecek olursak, öğrencilerin klinik stajları olmadan tıp öğrenimi varlığını nasıl sürdürebilirdi? Dahası, merak duygularını ve coşkularını karşılarındakilere aktaran sorumlu, acemi terapistlerin çoğu kez mükemmel terapi ilişkileri kurduklarına ve olgun bir profesyonel kadar etkin olabildiklerine her zaman tanık olmuşumdur.
İlişkidir iyileştiren, ilişkidir iyileştiren, ilişkidir iyileştiren mesleki tespihimdir bu benim. Bunu sık sık öğrencilere söylerim. Ve bir hastayla ilişki kurma yolu hakkında başka şeyler de söylerim - koşulsuz olumlu bakış, yargılamadan kabul, samimi bağlantı, duygudaşlığa dayanan anlayış. Fakat Betty'yi ilişkimiz aracılığıyla nasıl iyileştirebilecektim? Ne kadar içten, duygudaş, kabul edici olabilecektim? Ne kadar dürüst? Bana, ona karşı duygularımı sorduğunda nasıl yanıt verecektim? Umudum, Betty ile ben onun terapisinde (bizim terapimizde) ilerledikçe benim de değişmemdi. Şimdilik bana öyle geliyordu ki Betty'nin sosyal etkileşim tarzı, terapist-hasta ilişkisinin derinlemesine analizine gerek bırakmayacak kadar ilkel ve yüzeyseldi.
Betty'nin dış görünüşünün, kişiler arası ilişkilerdeki nitelikleriyle - yani birkaç şişman kadında rastlamış olduğum zihinsel çeviklik ya da katıksız canlılık gibi niteliklerle - bir şekilde dengeleneceğini gizliden gizliye umut etmiştim, fakat heyhat, bu gerçekleşmeyecekti. Onu daha iyi tanıdıkça, daha da sıkıcı ve yüzeysel buluyordum.
İlk birkaç seans boyunca Betty, işyerinde müşteriler, iş arkadaşları ve patronlarla ilgili olarak karşılaştığı sorunları sonu gelmez ayrıntılarla anlattı. Sık sık, için için homurdanmama karşın, özellikle basmakalıp bir konuşmayı, rollerden birkaçını oynayarak - bundan hep nefret etmişimdir - canlandırıyordu. Yine bezdirici ayrıntılarla, işyerindeki bütün çekici erkekleri ve onlarla birkaç cümle alışverişinde bulunmak için çevirdiği ufacık, dokunaklı dolapları anlatıyordu. Yüzeyin altına dalmak için benim tarafımdan gelen tüm çabalara direniyordu.
Başlangıçtaki geçici -kokteyl gevezeliğimiz- yalnızca belirsiz bir biçimde uzayıp gitmekle kalmıyor, bu safhayı aşsak bile hep yüzeyde kalacağımıza - buluştuğumuz sürece kilolar, rejimler, ufak tefek iş yakınmaları ve bir aerobik sınıfına katılmama nedenleri hakkında konuşmaya mahkum olduğumuza - ilişkin güçlü bir duygu uyandırıyordu içimde. Tanrım, başımı nasıl bir derde sokmuştum ben?
Bu ilk seanslara ilişkin notlarımın her birinde şu tür cümleler vardı: -Sıkıcı bir seans daha-; -Bugün üç dakikada bir saate baktım-; -Ömrümde gördüğüm en sıkıcı hasta-; -Bugün neredeyse uyuyacaktım - uyanık kalmak için koltuğumda dimdik oturmak zorunda kaldım-; -Bugün neredeyse koltuğumdan düşecektim-. Sert ve rahatsız bir sandalyeye geçmeyi düşünürken, birdenbire Rollo May'e terapiye gittiğim sırada onun dik arkalıklı tahta bir sandalyede oturma alışkanlığında olduğunu anımsadım. Bel sorunu olduğunu söylemişti ama daha sonra, onu gayet iyi tanıdığım yıllar boyunca bir bel sorunundan söz ettiğini hiç duymamıştım. Yoksa o da beni ...?
Betty Dr. Farber'dan hoşlanmadığını çünkü onun seans sırasında sık sık uyuyakaldığını söylemişti. Şimdi nedenini biliyordum! Dr. Farber'la telefonda konuştuğumda elbette bu şekerlemelerden söz etmemişti ama Betty'nin terapiden yararlanmayı öğrenememiş olduğunu kendiliğinden söylemişti. Betty'yi neden ilaca başlatmış olduğunu anlamak güç değildi; biz psikiyatrlar terapide bir ilerleme kaydedemeyince çoğu kez bu yola başvururuz.
Nereden başlamalı? Nasıl başlamalı? Tutunacak bir yer bulmaya çabalıyordum. Kilosunu konu ederek başlamak anlamsızdı. Betty terapinin kilo vermeyi ciddi olarak düşünebileceği noktaya gelmesine yardım edeceğini umduğunu ama şu anda bu noktadan çok uzak olduğunu derhal ve açıkça söylemişti. -Moralim bu kadar bozuk olduğu zaman beni ayakta tutan tek şey yemek. -
Ama dikkatimi depresyonu üzerinde yoğunlaştırdığım zaman da, bunun şu andaki yaşam koşullarına uygun bir tepki olduğuna ilişkin ikna edici bir savunma yapıyordu. On sekiz ay boyunca gerçek yaşamından - evinden, sosyal faaliyetlerinden, arkadaşlarından - koparılıp Kaliforniya'nın kişisellikten uzak bir banliyösünde, küçük, möbleli bir eve tıkılıp kalınca, kim depresyona girmezdi?
O zaman onun yaşam durumu üzerinde çalışmasına yardım etmeye kalkıştım ama pek az ilerleme kaydedebildim. Betty'nin bir sürü yıldırıcı açıklaması vardı. Kolayca arkadaş edinemiyordu, dediğine göre hiçbir şişman kadın yapamazdı bunu. (Bu noktada ikna edilmeye ihtiyaç duymuyordum. ) Kaliforniya'da insanların kendi dar klikleri vardı ve yabancılara açık değillerdi. Betty'nin sosyal ilişkileri yalnızca işyerindeydi ve orada da iş arkadaşlarının çoğu onun denetçi rolüne içerliyordu. Üstelik bütün Kaliforniyalılar gibi sörf ve paraşüt delisiydiler. Onu bunları yaparken görebiliyor muydum? Betty'nin bir sörf tahtası üzerinde yavaş yavaş sulara gömülmesi hayalini kafamdan silip haklı olduğunu teslim ettim - bunlar onun sporları değil gibi görünüyordu.
Bir hastayla tedavi bağlantısına girme işini her zaman çok ciddiye alırım. Birini tedavi için kabul ettiğim anda kendimi o insana destek olmaya hasrederim: hastanın iyileşmesi için gerekli olan bütün zamanı, bütün enerjiyi harcamaya ve en önemlisi, hastayla yakın ve yapmacıksız bir ilişki kurmaya.
Ama Betty ile bir ilişki kurabilir miydim? Açık söylemek gerekirse bana tiksinti veriyordu. Kat kat etlerin altındaki yüzünü bulabilmek için çaba harcamam gerekiyordu. Budalaca yorumları da aynı derecede can sıkıcıydı. İlk saatimizin sonuna geldiğimizde kendimi sinirli ve bezgin hissediyordum. Onunla yakınlaşabilir miydim? Yakınlaşmayı daha az istediğim tek bir insan bile düşünemiyordum. Ama bu Betty'nin değil benim sorunumdu. Meslekte yirmi beş yıl çalıştıktan sonra artık değişmemin zamanı gelmişti. Kontr-transferans sorunu Betty'nin şahsında bana meydan okuyordu ve işte bu tam nedenle orada ve o anda, onun terapisti olmayı önerdim.
Kuşkusuz tekniğini geliştirmeyi amaçlayan bir terapisti kimse eleştiremez. Ama, tedirgin bir merakla düşünüyordum, ya hastanın hakları? Yakışıksız kontr-transferans lekelerini ovup çıkarmaya çalışan bir terapistle kendi dallarında mükemmeli arayan bir balerin ya da Zen ustası arasında bir fark yok mudur? Ters vuruşla servis karşılama tekniğini geliştirmek başka şeydir, becerilerini kırılgan, tedirgin bir insanı incitme pahasına bilemeye çalışmak başka şeydir.
Bu düşüncelerin hepsi aklımdan geçti ama onların safdışı bırakılabileceğini düşündüm. Betty'nin, bana bir terapist olarak kişisel becerilerimi geliştirme fırsatını sunduğu bir gerçekti. Öte yandan, elde edeceğim herhangi bir gelişmeden gelecekteki hastalarımın yararlanacağı da bir gerçekti. Üstelik insanın hizmetindeki profesyoneller her zaman canlı hastalar üzerinde uygulama yapmışlardır. Başka seçenek yoktur. Bir örnek verecek olursak, öğrencilerin klinik stajları olmadan tıp öğrenimi varlığını nasıl sürdürebilirdi? Dahası, merak duygularını ve coşkularını karşılarındakilere aktaran sorumlu, acemi terapistlerin çoğu kez mükemmel terapi ilişkileri kurduklarına ve olgun bir profesyonel kadar etkin olabildiklerine her zaman tanık olmuşumdur.
İlişkidir iyileştiren, ilişkidir iyileştiren, ilişkidir iyileştiren mesleki tespihimdir bu benim. Bunu sık sık öğrencilere söylerim. Ve bir hastayla ilişki kurma yolu hakkında başka şeyler de söylerim - koşulsuz olumlu bakış, yargılamadan kabul, samimi bağlantı, duygudaşlığa dayanan anlayış. Fakat Betty'yi ilişkimiz aracılığıyla nasıl iyileştirebilecektim? Ne kadar içten, duygudaş, kabul edici olabilecektim? Ne kadar dürüst? Bana, ona karşı duygularımı sorduğunda nasıl yanıt verecektim? Umudum, Betty ile ben onun terapisinde (bizim terapimizde) ilerledikçe benim de değişmemdi. Şimdilik bana öyle geliyordu ki Betty'nin sosyal etkileşim tarzı, terapist-hasta ilişkisinin derinlemesine analizine gerek bırakmayacak kadar ilkel ve yüzeyseldi.
Betty'nin dış görünüşünün, kişiler arası ilişkilerdeki nitelikleriyle - yani birkaç şişman kadında rastlamış olduğum zihinsel çeviklik ya da katıksız canlılık gibi niteliklerle - bir şekilde dengeleneceğini gizliden gizliye umut etmiştim, fakat heyhat, bu gerçekleşmeyecekti. Onu daha iyi tanıdıkça, daha da sıkıcı ve yüzeysel buluyordum.
İlk birkaç seans boyunca Betty, işyerinde müşteriler, iş arkadaşları ve patronlarla ilgili olarak karşılaştığı sorunları sonu gelmez ayrıntılarla anlattı. Sık sık, için için homurdanmama karşın, özellikle basmakalıp bir konuşmayı, rollerden birkaçını oynayarak - bundan hep nefret etmişimdir - canlandırıyordu. Yine bezdirici ayrıntılarla, işyerindeki bütün çekici erkekleri ve onlarla birkaç cümle alışverişinde bulunmak için çevirdiği ufacık, dokunaklı dolapları anlatıyordu. Yüzeyin altına dalmak için benim tarafımdan gelen tüm çabalara direniyordu.
Başlangıçtaki geçici -kokteyl gevezeliğimiz- yalnızca belirsiz bir biçimde uzayıp gitmekle kalmıyor, bu safhayı aşsak bile hep yüzeyde kalacağımıza - buluştuğumuz sürece kilolar, rejimler, ufak tefek iş yakınmaları ve bir aerobik sınıfına katılmama nedenleri hakkında konuşmaya mahkum olduğumuza - ilişkin güçlü bir duygu uyandırıyordu içimde. Tanrım, başımı nasıl bir derde sokmuştum ben?
Bu ilk seanslara ilişkin notlarımın her birinde şu tür cümleler vardı: -Sıkıcı bir seans daha-; -Bugün üç dakikada bir saate baktım-; -Ömrümde gördüğüm en sıkıcı hasta-; -Bugün neredeyse uyuyacaktım - uyanık kalmak için koltuğumda dimdik oturmak zorunda kaldım-; -Bugün neredeyse koltuğumdan düşecektim-. Sert ve rahatsız bir sandalyeye geçmeyi düşünürken, birdenbire Rollo May'e terapiye gittiğim sırada onun dik arkalıklı tahta bir sandalyede oturma alışkanlığında olduğunu anımsadım. Bel sorunu olduğunu söylemişti ama daha sonra, onu gayet iyi tanıdığım yıllar boyunca bir bel sorunundan söz ettiğini hiç duymamıştım. Yoksa o da beni ...?
Betty Dr. Farber'dan hoşlanmadığını çünkü onun seans sırasında sık sık uyuyakaldığını söylemişti. Şimdi nedenini biliyordum! Dr. Farber'la telefonda konuştuğumda elbette bu şekerlemelerden söz etmemişti ama Betty'nin terapiden yararlanmayı öğrenememiş olduğunu kendiliğinden söylemişti. Betty'yi neden ilaca başlatmış olduğunu anlamak güç değildi; biz psikiyatrlar terapide bir ilerleme kaydedemeyince çoğu kez bu yola başvururuz.
Nereden başlamalı? Nasıl başlamalı? Tutunacak bir yer bulmaya çabalıyordum. Kilosunu konu ederek başlamak anlamsızdı. Betty terapinin kilo vermeyi ciddi olarak düşünebileceği noktaya gelmesine yardım edeceğini umduğunu ama şu anda bu noktadan çok uzak olduğunu derhal ve açıkça söylemişti. -Moralim bu kadar bozuk olduğu zaman beni ayakta tutan tek şey yemek. -
Ama dikkatimi depresyonu üzerinde yoğunlaştırdığım zaman da, bunun şu andaki yaşam koşullarına uygun bir tepki olduğuna ilişkin ikna edici bir savunma yapıyordu. On sekiz ay boyunca gerçek yaşamından - evinden, sosyal faaliyetlerinden, arkadaşlarından - koparılıp Kaliforniya'nın kişisellikten uzak bir banliyösünde, küçük, möbleli bir eve tıkılıp kalınca, kim depresyona girmezdi?
O zaman onun yaşam durumu üzerinde çalışmasına yardım etmeye kalkıştım ama pek az ilerleme kaydedebildim. Betty'nin bir sürü yıldırıcı açıklaması vardı. Kolayca arkadaş edinemiyordu, dediğine göre hiçbir şişman kadın yapamazdı bunu. (Bu noktada ikna edilmeye ihtiyaç duymuyordum. ) Kaliforniya'da insanların kendi dar klikleri vardı ve yabancılara açık değillerdi. Betty'nin sosyal ilişkileri yalnızca işyerindeydi ve orada da iş arkadaşlarının çoğu onun denetçi rolüne içerliyordu. Üstelik bütün Kaliforniyalılar gibi sörf ve paraşüt delisiydiler. Onu bunları yaparken görebiliyor muydum? Betty'nin bir sörf tahtası üzerinde yavaş yavaş sulara gömülmesi hayalini kafamdan silip haklı olduğunu teslim ettim - bunlar onun sporları değil gibi görünüyordu.