Aynı gece, gözünden hala uyku ve gözyaşı akan şoför gaza basıp, Efendimizi Galata'da, ispiyonculuğa girmemesi için adının başta polis olmak üzere hiçbir kimseye verilmesi pek münasip kaçmayacak bir sokağa götürdü. Emniyet teşkilatına bu sokakta dönenler bildirilse bile, inan olsun, üzerine devlet malı zimmetli hiçbir polis bu sokağa girmezdi. Nitekim, en son üç yıl önce asayiş ekibi sokağa gelip o yıkıldı yıkılacak, üç dört katlı köhne tuğla apartmanlardan birine baskın yaptıktan sonra, hiçbir delil bulmadan sokağa tekrar indiklerinde park ettikleri vasıtanın dört tekerinin birden çalındığını görmüşlerdi. Bunun üzerine baskın yaptıkları apartmana yine girdiklerinde, tekerlerden ikisini merdiven altında bulmayı başarmışlar; bunları döndüre döndüre aşağı indirdiklerinde ise, bu kez vasıtanın motörünün sökülerek götürüldüğünü fark edip dehşete kapılmışlardı. Binaya tekrar girdiklerinde dört tekerlekten üçüncüsünü de bulsalar bile, aşağı indikleri zaman ne sokakta bıraktıkları diğer iki tekerlekten, ne de polis vasıtasından bir iz eser bulabilmişlerdi. Ellerinde kala kala sadece bir tek tekerlek kalmıştı ki, yokuş yukarı Beyoğlu Karakolu'na doğru kan ter içinde nöbetleşe yuvarladıkları bu tekerlek de, hedefe az kala ellerinden kurtulup fırıl fırıl döne döne gerisin geri yokuş aşağı yuvarlanarak nihayetinde Haliç‘i boylamıştı.
Gecenin o ayazında şoför işte bu sokakta, zemin katı Ceneviz kavmince inşa edilip üstüne bir kagir ve bir de ahşap kat çıkılmış bir binanın önünde durdu. Çocuk arka kollukta uyumuş kalmıştı, zaten bir yatağı yoktu ve daima orada yatardı. Yağmur başladığı için şoför yırtık pırtık, hatta üzerinde pek bez kalmamış, adeta sadece tellerden ibaret bir şemsiye açtı. Birlikte binanın arkasındaki kapıya yürüdüler. Şoför kapıyı yumrukladı. Neden sonra kapı açıldı ve elinde idare lambası, suratından uğursuzluk akan biri ona, "Kapıyı ne diye yumrukluyorsun! Adab-ı muaşeretten haberin yok mu! Edep erkan görmüş hırsız kapıyı çalmaz, maymuncukla açar!" diye çıkıştı. Şoför ise pek üzerinde durmadan, "Muhtarı göreceğiz. Yeni biri var. Kendisi yakinimdir," demişti. Bunun üzerine uğursuz suratlı, şoförün kulağına bir şeyler fısıldadı. Ardından sokağa yine indiler ve otomobile binip epey bir gittikten sonra İstiklal Caddesi'ne çıktılar. Nihayet ekstra ekstra lüks bir apartmanın önünde durdular. Yağmur sürüyor ve arada bir gök gürlüyordu. Efendimiz'e şemsiyesiyle refakat eden şoför kapıyı açıp apartmana girdi. Hidrolik asansörle beşinci kata çıktılar. Şoför düğmeyi çevirip elektrik ampulünü yakınca, tepesinde ağaç oyma koskoca bir arslan kafası olan bir kapı göründü. O kadar muhteşemdi ki, üstüne üstlük bir de geyik derisiyle kaplanmasına aslında hiç de gerek yoktu. Şoför kapıyı açtı ve içeri ayak bastılar. Parıl parıl yanan bir kristal avizenin aydınlattığı salona girdiklerinde İdris Amil Hazretleri, melek motifli kağıtla kaplı duvarlarda, eski zaman insanlarının, altın yaldızlı çerçeveler içerisindeki yağlıboya tablolarını gördü. Salonun ortasındaki abanoz sehpanın ve her dört duvardaki On altıncı Lui, Bidermayer, rejans tarzındaki konsolların üstünde, gümüş vazolar, biblolar ve şamdanlar ışıl ışıl parlıyordu. Şoför, Efendimiz'e eliyle ‘Gel' işareti yaptı ve zaten açık olan kapıdan yatak odasına girdiler. Gösterişli bir yatakta yaşlı bir karı koca horul horul uyumaktaydı. İşte bu yatağın hemen yanı başında, mobilyada Gotik uyanışın bir eseri olan koltukta, elinde konyak kadehi ile huysuz biri yan gelip yatmıştı. Diğer üç kişi ise, yatak odasındaki şömineyi yakmaya çalışıyorlar, ancak alevi, ciğerlerinin bütün gücüyle ne kadar üfleseler de, odunlar pek kuru olmadığından mıdır, bu işi başaramıyorlardı. Koltuktaki şahıs onları, "Beceriksizler sizi!" diye azarladığında, yatağında karısıyla yatan adam uyanır gibi olmuştu ama yine aynı şahıs, konyağından bir yudum daha aldıktan sonra, "Pış! Pış! Pış! Pışşş!" diye onu uyuttu. Kadehini yine doldurup şişeyi beceriksizlere uzattı. Beş yıldızlı konyaktan biraz dökülünce odunlar tutuşturulabilmişti. Artık duvara gömülü çelik kasa açılabilirdi. Bu iş için üç değil, aslında bir kişi bile yeterdi. Hatta aşağıda otomobilin arka koltuğunda uyuyan çocuk bile kasayı pekala açabilirdi. Ama diğer iki kişi, koltukta konyağını yudumlayan şahsın, hususi hizmetkarlarıydı. Bu şahıs, adının verilmesi pek münasip olmayacak o sokakta yaşayan hırsız kolonisinin reisi, hatta ve hatta meşru bir seçimle başlarına gelmiş muhtarlarıydı. Kadehinden bir yudum daha aldıktan sonra Efendimiz'e şöyle bir baktı ve adeta onun ruhunu beynini okudu. Nedendir bilinmez, fakat galiba inisiyasyon niyetiyle yerinden Vaftizci Yahya gibi doğrulup İdris Amil Hazretleri'nin ayağına, adeta piyanonun sağ pedalıymış gibi basıverdi! Efendimiz'in kulağı acıdan Sanctum İohannes'in inisiyaliyle çınlamaya başlamış, duvar saatinin sarkacı ise sanki puandorg ile zaten duruvermişti! Öyle ki, kulağındaki ses, sanki Fingal'de çınlayan bitmeyecek bir senfoniydi. Adam var gücüyle basmayı sürdürüyor ve İdris Amil Hazretleri'nin kulağındaki çınlama da kesilmek bilmiyordu. İşte belki de, bu mühimHırsızbaşı‘na bir corona koymak icap ederdi.
Gecenin o ayazında şoför işte bu sokakta, zemin katı Ceneviz kavmince inşa edilip üstüne bir kagir ve bir de ahşap kat çıkılmış bir binanın önünde durdu. Çocuk arka kollukta uyumuş kalmıştı, zaten bir yatağı yoktu ve daima orada yatardı. Yağmur başladığı için şoför yırtık pırtık, hatta üzerinde pek bez kalmamış, adeta sadece tellerden ibaret bir şemsiye açtı. Birlikte binanın arkasındaki kapıya yürüdüler. Şoför kapıyı yumrukladı. Neden sonra kapı açıldı ve elinde idare lambası, suratından uğursuzluk akan biri ona, "Kapıyı ne diye yumrukluyorsun! Adab-ı muaşeretten haberin yok mu! Edep erkan görmüş hırsız kapıyı çalmaz, maymuncukla açar!" diye çıkıştı. Şoför ise pek üzerinde durmadan, "Muhtarı göreceğiz. Yeni biri var. Kendisi yakinimdir," demişti. Bunun üzerine uğursuz suratlı, şoförün kulağına bir şeyler fısıldadı. Ardından sokağa yine indiler ve otomobile binip epey bir gittikten sonra İstiklal Caddesi'ne çıktılar. Nihayet ekstra ekstra lüks bir apartmanın önünde durdular. Yağmur sürüyor ve arada bir gök gürlüyordu. Efendimiz'e şemsiyesiyle refakat eden şoför kapıyı açıp apartmana girdi. Hidrolik asansörle beşinci kata çıktılar. Şoför düğmeyi çevirip elektrik ampulünü yakınca, tepesinde ağaç oyma koskoca bir arslan kafası olan bir kapı göründü. O kadar muhteşemdi ki, üstüne üstlük bir de geyik derisiyle kaplanmasına aslında hiç de gerek yoktu. Şoför kapıyı açtı ve içeri ayak bastılar. Parıl parıl yanan bir kristal avizenin aydınlattığı salona girdiklerinde İdris Amil Hazretleri, melek motifli kağıtla kaplı duvarlarda, eski zaman insanlarının, altın yaldızlı çerçeveler içerisindeki yağlıboya tablolarını gördü. Salonun ortasındaki abanoz sehpanın ve her dört duvardaki On altıncı Lui, Bidermayer, rejans tarzındaki konsolların üstünde, gümüş vazolar, biblolar ve şamdanlar ışıl ışıl parlıyordu. Şoför, Efendimiz'e eliyle ‘Gel' işareti yaptı ve zaten açık olan kapıdan yatak odasına girdiler. Gösterişli bir yatakta yaşlı bir karı koca horul horul uyumaktaydı. İşte bu yatağın hemen yanı başında, mobilyada Gotik uyanışın bir eseri olan koltukta, elinde konyak kadehi ile huysuz biri yan gelip yatmıştı. Diğer üç kişi ise, yatak odasındaki şömineyi yakmaya çalışıyorlar, ancak alevi, ciğerlerinin bütün gücüyle ne kadar üfleseler de, odunlar pek kuru olmadığından mıdır, bu işi başaramıyorlardı. Koltuktaki şahıs onları, "Beceriksizler sizi!" diye azarladığında, yatağında karısıyla yatan adam uyanır gibi olmuştu ama yine aynı şahıs, konyağından bir yudum daha aldıktan sonra, "Pış! Pış! Pış! Pışşş!" diye onu uyuttu. Kadehini yine doldurup şişeyi beceriksizlere uzattı. Beş yıldızlı konyaktan biraz dökülünce odunlar tutuşturulabilmişti. Artık duvara gömülü çelik kasa açılabilirdi. Bu iş için üç değil, aslında bir kişi bile yeterdi. Hatta aşağıda otomobilin arka koltuğunda uyuyan çocuk bile kasayı pekala açabilirdi. Ama diğer iki kişi, koltukta konyağını yudumlayan şahsın, hususi hizmetkarlarıydı. Bu şahıs, adının verilmesi pek münasip olmayacak o sokakta yaşayan hırsız kolonisinin reisi, hatta ve hatta meşru bir seçimle başlarına gelmiş muhtarlarıydı. Kadehinden bir yudum daha aldıktan sonra Efendimiz'e şöyle bir baktı ve adeta onun ruhunu beynini okudu. Nedendir bilinmez, fakat galiba inisiyasyon niyetiyle yerinden Vaftizci Yahya gibi doğrulup İdris Amil Hazretleri'nin ayağına, adeta piyanonun sağ pedalıymış gibi basıverdi! Efendimiz'in kulağı acıdan Sanctum İohannes'in inisiyaliyle çınlamaya başlamış, duvar saatinin sarkacı ise sanki puandorg ile zaten duruvermişti! Öyle ki, kulağındaki ses, sanki Fingal'de çınlayan bitmeyecek bir senfoniydi. Adam var gücüyle basmayı sürdürüyor ve İdris Amil Hazretleri'nin kulağındaki çınlama da kesilmek bilmiyordu. İşte belki de, bu mühimHırsızbaşı‘na bir corona koymak icap ederdi.