Thom küçükken ve bir deve dönüşmeden önce okulda epey eziyet çekmişti. Dört çocukluk bir çete uğraşmaya bayılıyordu ve Thom her seferinde şiddete maruz kalmasına yol açacak tuhaf, gereksiz veya ters bir şey söylemeyi başarıyordu. En beterlerinden birinde yere yatırmışlardı; bir tanesi tüm ağırlığıyla kafasına oturmuş, kulağını yere vururken bir diğeri bacaklarını tutmuş ve kalan ikisi kusturana kadar karnını yumruklamıştı. Thom aynı dört çocukla uyandı; yanağı kusmuğuna batmıştı ve başı basınçtan patlayacak gibiydi. Her yeri ağrıyordu. Ama çocuklar yoktu; sadece çıplak bir ampul, yün battaniyeler, dönüp sallanan ufacık bir oda ve kendisinden yükselen berbat koku vardı. Yukarı baktığında üstünde ranzanın tahtalarını gördü. Daha fazla kusmuğa bulanmadan ranzadan çıkmaya uğraştı ve bacaklarını yere indirmeyi başardı. Karnının dışarı çıkarmaya istediği ne varsa hepsini tutarak baş dönmesinin yavaşlamasını bekledi. Bacaklarında kuvvet bulmaya çalışarak dengesini buldu, ardından ayağa ve ileri fırladı. Kafasını ranzanın üstüne vurdu ve başını tutarak dizlerinin üstüne düştü. Yaşıyorum, diye düşündü. Yaşıyor olmalıyım; sadece yaşamak bu denli can yakar. Kıpırdamadan durdu; hareket etmemek en iyi hareketti. Oda yeterince sallanıyordu zaten. Bir de kendi pervasız hareketlerini eklemeye gerek yoktu. Kurtarılmıştı... Kurtarılmış mıydı? Erik'in koltuktan son düşüşünü düşündü. Kurtarılmak için elini uzatmış mıydı? Ölmüşlerdi. Öldük demişlerdi ve işte, yaşıyordu. Erik... Boğuluşunun anısıyla bir dizi kuru öğürme geldi. Geçince bir eli yerdeki kusmukta, önce zemine, ardından ranzanın alt katına tutunup sallanarak tekrar ayağa kalktı. Üst kata tutunarak doğruldu. Şaşırtıcı bir yolculuktu ayağa kalkışı: Dönme dolap, atlıkarınca, balerin... Çırılçıplaktı ve odada bir bedeni giydirecek hiçbir şey yoktu. Üst ranza boştu ve birilerinin yatmışlığına dair hiçbir iz taşımıyordu. Göğsünde bomboş bir tereddüt, bir korku duydu. Tek kurtulan kendisi miydi? Belleğinde belli belirsiz bir itme anısı vardı. Yaşıyordu, titremelerle kasılıyordu bedeni. Tanrı'ya şükür ben değildim ölen dedi beyni ve Thom derhal susturdu. Erik denizin dibinde, kendisi hayattaydı; bulantılı, aptal ve piyango vurmuş gibi hissetti kendisini. Hayatta kalmıştı. Oda bembeyaz, duvarları metaldi; belki sahiden ölmüştü; öte taraf böyleydi. Yatağın duvara lehimli demir iskeletine tutundu ve kendisini odanın sallantısına bıraktı. Müthiş bir rahatlamayla odanın ciddi sert sallandığını fark etti. Sadece sarhoş sersemliğinin denizinde değil, gerçek denizdeydi. Koltuk. Değerli, bela koltuk. Niye satmamışlardı lanet şeyi? Parmakları demir yatak iskeletinde, gözleri kapalı kapıda, ne yapması gerektiğini bilemeden ve pek kımıldama isteği duymadan öylece dikildi. Kapı açıldı ve Thom'a tanıdık gelen, iri yarı, burnu kemerli bir adam içeri girdi. Belki bir televizyon şovundan, yaşlılara vitamin veya ilaç satan bir reklamdandı adam. Gülümsedi, zemindeki kusmuk öbeğini dikkatle aştı ve ranzanın üst katına katlanmış kıyafetler yerleştirdi. Kafasında kendisini, yakışıklılığına rağmen sersem birisiymiş gibi gösteren, yamuk takılmış bir beysbol kepi duruyordu. Sırtında bir aşçı ceketi, ayaklarındaysa yırtık pırtık spor ayakkabılar vardı. Gümüşi sakalları bir haftadır tıraş görmemiş gibiydi. Eşikte tulumlu bir adam belirdi ve içeriye göz gezdirdi. Thom çırılçıplaklığından utandı ama elinden gelen tek şey yatak demirlerine daha sıkı tutunmaktı.
"Kalkmana sevindim. Endişelenmiştik biraz. Bana Shin derler; geminin aşçısıyım. " Elini uzatmadı.
"Thom sen misin?"
Thom konuşmadan, başıyla evetledi. Başını hareket ettirmek acı veriyordu. Kesin uyurken iti biri gelip gözlerini yuvalarından içeri bastırmıştı.
"Acele etme. Duş almak istersen, koridorun sonunda duş var ve sağdan ikinci kapıdan yemek odasına inebilirsin. Hazırlanınca gel. Sıvı lazım bedenine. " Elindeki şişeyi uzattı, ardından cebine davrandı. "Al, bu hap deniz tutmasına iyi gelir. " Diğer cebini karıştırdı ve birkaç hap daha çıkardı.
"Bunlar da alkol sersemliğini alır."
Thom bir daha başıyla teşekkür etmek istedi ama göz kırpmaktan ötesini beceremedi. İçinden yükselen fırlayıp güverteden atma arzusunu bastırdı.
Shin kibarca gülümsedi, elini alnına götürerek selam verdi ve çıktı.
"Kalkmana sevindim. Endişelenmiştik biraz. Bana Shin derler; geminin aşçısıyım. " Elini uzatmadı.
"Thom sen misin?"
Thom konuşmadan, başıyla evetledi. Başını hareket ettirmek acı veriyordu. Kesin uyurken iti biri gelip gözlerini yuvalarından içeri bastırmıştı.
"Acele etme. Duş almak istersen, koridorun sonunda duş var ve sağdan ikinci kapıdan yemek odasına inebilirsin. Hazırlanınca gel. Sıvı lazım bedenine. " Elindeki şişeyi uzattı, ardından cebine davrandı. "Al, bu hap deniz tutmasına iyi gelir. " Diğer cebini karıştırdı ve birkaç hap daha çıkardı.
"Bunlar da alkol sersemliğini alır."
Thom bir daha başıyla teşekkür etmek istedi ama göz kırpmaktan ötesini beceremedi. İçinden yükselen fırlayıp güverteden atma arzusunu bastırdı.
Shin kibarca gülümsedi, elini alnına götürerek selam verdi ve çıktı.