Tutsak olduğumu anladığımda içimi çılgınca bir duygu kapladı. Her kapıyı deneyerek ve bulabildiğim her pencereden dışarı bakarak merdivenlerden bir aşağı bir yukarı koşturup durdum; ama kısa bir süre sonra çaresiz olduğum inancı her şeyi bastırdı. Birkaç saat öncesine dönüp baktığımda, o sırada çıldırmış olduğumu düşünüyorum. Çünkü tıpkı kapana kısılmış bir fare gibi davranıyordum. Bununla birlikte çaresiz olduğumu anladığım zaman sakince oturdum -hayatımda hiç yapmadığım kadar sakince- ve yapılacak en iyi şeyin ne olduğunu düşünmeye başladım. Hala düşünüyorum ve henüz belli bir sonuca varmış değilim. Yalnızca bir şeyden eminim: Düşüncelerimi Kont'a belli etmemem gerek. Benim tutsak olduğumu çok iyi biliyor ve bunu bizzat kendisi yaptı ve hiç kuşkusuz bunun için kendince sebepleri var. Beni bir tek, ona tümüyle güvenirsem kandırabilir. Düşünebildiğim tek çıkış yolu, bildiklerimi ve korkularımı kendime saklamak ve gözümü dört açmak. Şunu anladım ki, ya korkularım yüzünden bir bebek gibi aldanıyorum ya da gerçekten çaresiz bir durumdayım ve ikinci durum doğruysa, bundan kurtulmak için tüm aklımı kullanmam gerekiyor ve gerekecek. Tam bu sonuca varmıştım ki, aşağıdaki büyük kapının kapandığını duydum ve Kont'un geri döndüğünü anladım. Hemen kütüphaneye gelmedi; bu yüzden ben de sessizce kendi odama gittim ve onu yatağımı düzeltirken buldum. Bu garip bir durumdu, ama yalnızca daha önce düşündüklerimi - yani evde hizmetkar bulunmadığını- doğrulamaya yarıyordu. Daha sonra kapının menteşelerinin aralığından yemek odasındaki masayı hazırladığını görünce bundan emin oldum; tüm bu ayak işlerini kendisi yapıyorsa, bunları yapacak kimsenin olmadığı kesin- leşiyordu. Bu beni korkuttu, çünkü şatoda başka kimse yoksa, beni buraya getiren arabanın sürücüsü de bizzat Kont olmalıydı. Bu korkunç bir düşünce; çünkü eğer böyleyse, elinin tek bir hareketiyle kurtlan denetim altına alabilmesi ne anlama gelir? Bistritz ve arabadaki herkesin benim için son derece endişelenmesinin nedeni bu muydu? Bana haçı, sarmısak, yaban gülü ve dişbudak vermeleri ne anlama geliyordu? Boynuma o haçı asan iyi yürekli kadına şükürler olsun! Çünkü ne zaman ona dokunsam, bana huzur ve güç veriyor. Yalnız ve sıkıntılı bir zamanda, hoşnutsuzlukla karşılamam ve putperestlik olarak görmem öğretilen bir şeyin yardımının dokunması garip. Gerçekten bu şeyin özünde bir şeyler mi var, yoksa anlayış ve rahatlık dolu hatıraları iletmede somut bir yardımı dokunan bir araç olduğu için mi bana huzur veriyor? Mümkün olursa bir ara bu konuyu düşünmeli ve bir karar vermeye çalışmalıyım. Bu arada Kont Drakula'yla ilgili olarak bulabildiğim her şeyi öğrenmeliyim, çünkü bu bazı şeyleri anlamama yardımcı olabilir. Bu gece, eğer sohbeti o yöne çevirebilirsem, kendinden bahsedebilir. Ama onu şüphelendirmemek için çok dikkatli olmak zorundayım.
Gece yarısı - Kont'la uzun uzun konuştuk. Ona Transilvanya tarihi hakkında birkaç soru sordum ve o da konuyu müthiş sevdi. Olaylardan, insanlardan ve özellikle de savaşlardan bahsederken sanki kendisi her birinde bulunmuş gibi konuşuyordu. Bunu sonradan, bir boyar için, ailesinin ve isminin gururunun kendi gururu olduğu, onların zaferinin kendi zaferi ve onların kaderinin kendi kaderi olduğunu söyleyerek açıkladı. Ailesinden söz ederken hep "biz" diyordu ve bir kral gibi sürekli çoğul şahıs zamirleriyle konuşuyordu. Keşke bütün söylediklerini tam olarak ağzından çıktığı şekliyle yazabilseydim, çünkü bunlar çok büyüleyiciydi. Sanki bir konuşmanın içinde bütün bir ülkenin tarihi varmış gibiydi. Konuşurken heyecanlanıyor, kocaman, beyaz bıyığını çekiştirerek odanın içinde dolaşıyor ve elleriyle dokunduğu her şeyi ezip parçalayacakmış gibi kavrıyordu. Söylediği bir şeyi elimden geldiğince ağzından çıktığı gibi yazacağım, çünkü bu sözler soyunun hikayesini kendine özgü bir şekilde anlatıyor:
"Szekely'ler olarak bizim gururlu olmaya hakkımız var, çünkü damarlarımızda, hükmetmek için aslanlar gibi dövüşen birçok cesur ulusun kanı dolaşıyor. Ugric kabilesi, İzlanda'dan buraya, Avrupa uluslarının girdabına, Thor ve Wodin'lerin onlara verdiği savaşçı ruhu getirdiler ve onların vahşi savaşçıları bunu, Avrupa ve hatta Asya ile Afrika kıyılarında öyle bir sergilediler ki, insanlar kurt adamların geldiğini sandılar. Ama buraya geldiklerinde savaşçı öfkeleri dünyayı canlı bir alev gibi kasıp kavuran, öyle ki, kurbanları damarlarında Skitya'dan kovulan ve çöllerde iblislerle çiftleşen eski cadıların kanlarının dolaştığını sandığı Hunlan buldular. Aptallar, aptallar! Hangi iblis ya da hangi cadı, kanı şu damarlarda akan Atilla kadar büyük olmuştur?" Kollarını kaldırdı. "Fatih bir ırk olmamız; gururlu olmamız; Magyar'lar, Lombard'lar, Avarlar, Bulgarlar ya da Türkler binlerce insanını sınırlarımıza akın ettirdiğinde onları geri püskürtmemiz şaşırtıcı mı? Arpad ve birlikleri, Macarlar'in anayurdunu istila edip sınıra vardıklarında, burada bizi bulmaları ve Honofoglalas'ın burada tamamlanmış olması tuhaf mı? Ve Macar seli doğuya doğru ilerlediğinde, Szekely'ler galip gelen Magyar'ların soyundan sayıldı ve Türk topraklarının sınırını koruma görevi yüzyıllar boyunca bize emanet edildi; evet, daha da ötesi, bitmek tükenmek bilmeyen bir sınır koruma görevi, çünkü Türklerin dediği gibi "su uyur, düşman uyumaz. " Dört ulus içinde kim "kanlı kılıcı" bizden daha büyük bir sevinçle kabul etti ve savaş çağrısı yapıldığında, kralın sancağı altına herkesten önce kimtoplandı? Ulusumun büyük utancı, Wallach ve Magyar bayraklarının hilalin altında küçük düştüğü Kosova utancı ne zaman ödettirildi? Voyvoda unvanı ile Tuna'yı geçip Türkleri kendi topraklarında alt eden benim ırkımdan biri değil miydi! Evet, o bir Drakula'ydı. Yenildiğinde halkını Türklere satan ve onları köleliğin utancıyla yaşamaya mahkum eden, onun şerefsiz kardeşi değil miydi? Daha sonraki çağlarda, ırkının güçlerinin tekrar tekrar, büyük ırmaktan geçip Türk topraklarına girmesi için esin kaynağı olan bu Drakula değil miydi; geri püskürtüldüğünde, tüm birlikleri katledildiğinde bile kanlı savaş meydanına tek başına çıkmaya yazgılı ve sonunda zaferini tek başına kazanacağını bildiği için durmaksızın saldıran o değil miydi? Onun yalnızca kendini düşündüğünü söylüyorlardı. Peh! Bir liderleri olmayan köylüler ne işe yarar ki? Yönlendirecek bir beyin ve yürek olmaksızın savaş nereye gider? Yine Mohaç Savaşı'ndan sonra, Macar boyunduruğundan kurtulduğumuzda, Drakula kanından gelen bizler liderler arasındaydık; çünkü ruhlarımız özgür olmazsa yaşamaya tahammül edemezdi. Ah, genç bayım, biz Szekely'ler -ve kalplerinin kanı, beyinleri ve kılıçları olarak Drakula'larHapsburg'lar ve Romanofflar gibi türedi soyluların asla ulaşamayacağı bir tarihle övünebiliriz. Şimdi artık o savaş günleri bitti; artık bu onursuz barış günlerinde kan kıymete bindi ve büyük ırkların görkemleri masal oldu."
Gece yarısı - Kont'la uzun uzun konuştuk. Ona Transilvanya tarihi hakkında birkaç soru sordum ve o da konuyu müthiş sevdi. Olaylardan, insanlardan ve özellikle de savaşlardan bahsederken sanki kendisi her birinde bulunmuş gibi konuşuyordu. Bunu sonradan, bir boyar için, ailesinin ve isminin gururunun kendi gururu olduğu, onların zaferinin kendi zaferi ve onların kaderinin kendi kaderi olduğunu söyleyerek açıkladı. Ailesinden söz ederken hep "biz" diyordu ve bir kral gibi sürekli çoğul şahıs zamirleriyle konuşuyordu. Keşke bütün söylediklerini tam olarak ağzından çıktığı şekliyle yazabilseydim, çünkü bunlar çok büyüleyiciydi. Sanki bir konuşmanın içinde bütün bir ülkenin tarihi varmış gibiydi. Konuşurken heyecanlanıyor, kocaman, beyaz bıyığını çekiştirerek odanın içinde dolaşıyor ve elleriyle dokunduğu her şeyi ezip parçalayacakmış gibi kavrıyordu. Söylediği bir şeyi elimden geldiğince ağzından çıktığı gibi yazacağım, çünkü bu sözler soyunun hikayesini kendine özgü bir şekilde anlatıyor:
"Szekely'ler olarak bizim gururlu olmaya hakkımız var, çünkü damarlarımızda, hükmetmek için aslanlar gibi dövüşen birçok cesur ulusun kanı dolaşıyor. Ugric kabilesi, İzlanda'dan buraya, Avrupa uluslarının girdabına, Thor ve Wodin'lerin onlara verdiği savaşçı ruhu getirdiler ve onların vahşi savaşçıları bunu, Avrupa ve hatta Asya ile Afrika kıyılarında öyle bir sergilediler ki, insanlar kurt adamların geldiğini sandılar. Ama buraya geldiklerinde savaşçı öfkeleri dünyayı canlı bir alev gibi kasıp kavuran, öyle ki, kurbanları damarlarında Skitya'dan kovulan ve çöllerde iblislerle çiftleşen eski cadıların kanlarının dolaştığını sandığı Hunlan buldular. Aptallar, aptallar! Hangi iblis ya da hangi cadı, kanı şu damarlarda akan Atilla kadar büyük olmuştur?" Kollarını kaldırdı. "Fatih bir ırk olmamız; gururlu olmamız; Magyar'lar, Lombard'lar, Avarlar, Bulgarlar ya da Türkler binlerce insanını sınırlarımıza akın ettirdiğinde onları geri püskürtmemiz şaşırtıcı mı? Arpad ve birlikleri, Macarlar'in anayurdunu istila edip sınıra vardıklarında, burada bizi bulmaları ve Honofoglalas'ın burada tamamlanmış olması tuhaf mı? Ve Macar seli doğuya doğru ilerlediğinde, Szekely'ler galip gelen Magyar'ların soyundan sayıldı ve Türk topraklarının sınırını koruma görevi yüzyıllar boyunca bize emanet edildi; evet, daha da ötesi, bitmek tükenmek bilmeyen bir sınır koruma görevi, çünkü Türklerin dediği gibi "su uyur, düşman uyumaz. " Dört ulus içinde kim "kanlı kılıcı" bizden daha büyük bir sevinçle kabul etti ve savaş çağrısı yapıldığında, kralın sancağı altına herkesten önce kimtoplandı? Ulusumun büyük utancı, Wallach ve Magyar bayraklarının hilalin altında küçük düştüğü Kosova utancı ne zaman ödettirildi? Voyvoda unvanı ile Tuna'yı geçip Türkleri kendi topraklarında alt eden benim ırkımdan biri değil miydi! Evet, o bir Drakula'ydı. Yenildiğinde halkını Türklere satan ve onları köleliğin utancıyla yaşamaya mahkum eden, onun şerefsiz kardeşi değil miydi? Daha sonraki çağlarda, ırkının güçlerinin tekrar tekrar, büyük ırmaktan geçip Türk topraklarına girmesi için esin kaynağı olan bu Drakula değil miydi; geri püskürtüldüğünde, tüm birlikleri katledildiğinde bile kanlı savaş meydanına tek başına çıkmaya yazgılı ve sonunda zaferini tek başına kazanacağını bildiği için durmaksızın saldıran o değil miydi? Onun yalnızca kendini düşündüğünü söylüyorlardı. Peh! Bir liderleri olmayan köylüler ne işe yarar ki? Yönlendirecek bir beyin ve yürek olmaksızın savaş nereye gider? Yine Mohaç Savaşı'ndan sonra, Macar boyunduruğundan kurtulduğumuzda, Drakula kanından gelen bizler liderler arasındaydık; çünkü ruhlarımız özgür olmazsa yaşamaya tahammül edemezdi. Ah, genç bayım, biz Szekely'ler -ve kalplerinin kanı, beyinleri ve kılıçları olarak Drakula'larHapsburg'lar ve Romanofflar gibi türedi soyluların asla ulaşamayacağı bir tarihle övünebiliriz. Şimdi artık o savaş günleri bitti; artık bu onursuz barış günlerinde kan kıymete bindi ve büyük ırkların görkemleri masal oldu."